Bu yazının İstanbul’a dönüp, ailemin beni görmesinden sonra yayınlanmasını istedim. Nedenlerini anlatırken, En Güzelinden Amerika Gezi Notlarına kaldığımız yerden devam edelim.
Amerika’ya gitmeden önce, İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde eş zamanlı olarak, yüksek lisans öğrenimimi sürdürüyordum. İstanbul Üniversitesi’nde de tezsiz yüksek lisansımın son proje teslimini Amerika’dayken yapmam gerekti. Yoğun bir dönemin ardından, uçak biletimin zamanlamasını ayarlayamayarak, tam sınav döneminde ve projemi teslim etmeden gitmek zorunda kaldım. Bir çok ödev teslimimi, gittikten sonraki hafta içerisinde teslim ettim. Bazı sınavlara bile giremedim. Tabi projemin de son halini şekillendirmeden gittiğim için, gider gitmez onunla ilgilenmek durumunda kaldım. Yetiştirememe durumumun stresi altında, iyice yazamaz hale geldim. Tatile gittiğim halde, aşırı stresi yine dolu doluya yaşarken, gel gelelim bir gün fenalaştım ve yaklaşık 3 saatlik baygınlık aşamasına geçmiş oldum. Bulunduğum vakit salonda yerde yatıyormuşum. Eniştem Kaan, aşırı derecede telaşlanmış ve hemen ambulansı aramış. Ben ise, ambulans sesleri, içeri giren izbandut adamlar vesilesi ile anca kendime gelebildim. Kalktığımda neden, ne şekilde olduğumu hatırlamıyordum. Tek hissedebildiğim baş ve kulak ağrısıydı.
Kendime geldikten sonra, görevlilerin bir çok sorusuyla karşılaştım. İyiyim dememe rağmen prosedürler gereği, ambulans ile hastaneye kaldırıldım. Ve borç batağına işte o sırada düştüm. Neler mi oldu?
Ambulans çok konforluydu. İlgi gayet de yerindeydi. Zaten ambulans çağrıldığında en geç 15 dakika içerisinde kapınızda oluyorlar. Sadece ambulans da gelmiyor. İtfaiye ile birlikte geliyorlar. Hastaneye gittiğimizde, acilden içeri alındım ve sedyede bir köşede bekletildim. Hemen odaya alınmama sebebim, içeride yatan hastalardan birinin çıkmasını beklememiş. Sırf bu bekleme yüzünden, çok fazla ölüm sebebi de olabiliyormuş. Eğer ki, kendi ayağınızla acile gelirseniz, saatlerce beklemek zorundasınız. Hatta ablalarım sinirlenip, neden daha içeri alınmadığımı sorunca bir tane hemşire ‘daha sadece bir saattir buradasınız’ diyerek gülmüştü. Bu uygulama genel olarak her hastanede varmış. Sadece büyük hastanelerde bu uygulamayı görmüyorsunuz.
1 buçuk saat sonunda içeriye alındım. Bir süre de orada bekletildim. Ama hastaneyi görseniz, nasıl dökülüyor. Hiç lüks değil. Takır takır her tarafı. Bir tane hemşire geldi. Kendini tanıttı. Hastanede olduğunuz süre zarfında sizinle ben ilgileneceğim dedi. Tabi beni iyice hastaneye yatırdılar. Özel önlükler, terlikler, nasıl da havalıyım. Sürekli biri geliyor içeriye. Kanımdan EKG’me, nabızdan şekere, beyin tomogrofisinden farklı bir sürü işleme ve tahlile tabi tutuldum. Hemşirenin bir damar yolu açışı var, tüm kanım hastane odasına aktı. Anestezi stajındayken bile bu kadar kan akıttığımı hatırlamam hastanede. Tarzları, usulleri böyleymiş. Kanın akıyor, adamın umurunda değil. Özellikle hastaneye kulağımı tutarak girdiğim için, daha da detaya bakılmaya başlandı. Ancak benim anlattıklarımdan, yaklaşık olarak 3 saat baygın kalma sebebimin strese dayalı tansiyon ve şeker düşmesinden kaynaklandığı için, doktorun bir çok tavsiyesi, uyarıları ile hastaneden ayrıldık.
Keşke ayrılmasaydık da, hastanede mahsur kalaydım. Keşke oradan ayrılmasaydık da, borçlarım orada geleydi. Keşke ayrılmasaydık da, ödeyemediğim için bir kaç gün nezarette kalıp, borçsuz döneydim. Evet tahmin ettiğiniz gibi. Bir kilise hastanesi olan İsveç hastanesinden yaklaşık olarak 10.000$ borç ile ayrıldım. Bunu orada öğrenmedim tabi ki. Tüm bilgilerinizi aldıktan, size bir ton şey imzalattıktan sonra, elinizi kolunuzu sallayarak, hastaneden ayrılıyorsunuz. Ancak 2 hafta sonra, her gün adıma kesilmiş yeni bir fatura ile uyandım. Örneğin, sadece ambulansın kapıya gelmesine 1.000$ kesmişler. Hastane kilise kuruluşu olduğu için, 7.000$ kesilmiş faturayı 300$ olarak düşürmüş. Allah razı olsun dedim görünce, en azından 20.000$’a ulaşmadım. Tabi tahlilden, ıvıra zıvıra her şeye ayrı fatura kesilmiş. Hepsini dosyaladım, ablamın evinin en nadide köşesine sanki ödeyecekmişim edasıyla yerleştirdim. Bari bu kadar masrafa, hastane iyi olaydı, otel konforunda keyfime bakardım düşüncesini de kafamın bir köşesinde şu an bile taşıyorum.
Bu hastane serüveninden sonra ben de ne sinir kaldı ne stres. Lokum gibi oldum. Dedim ‘Canımı mı alacaklar? Ben bunu ödeyemem. Turistim ben, haklarım var’. Şuan da olay ne durumda bilmiyorum. Amerika’ya bir daha gidersem sorun olur mu onu da bilmiyorum. Aslında bu durumun Türkiye’den doğuma giden bir çok insanın başvurduğu yöntem olduğunu da sonradan öğrendim. Doğumdan hemen sonra borcu ödemeden ülkeye dönüyorlarmış. Ancak ben tekrar gitmek de istiyorum. Şuan da çok uzun zamandan sonra keyifli, tekrarının olmasını istediğim bir yemekten gelerek bunları yazıyor olmak nasıl demoralize etti beni anlatamam.
Anlayacağınız 3 günlük temiz hava alayım diye gittiğim Amerika’dan, ülkeye borç takarak döndüm (mecburi). Umuyorum ki, yine en güzelinden diyelim. Her şey güzel olacak.