En Güzelinden Amerika Gezi Notları Vol.7 Çin Mahallesi Yunan Mahallesi

En Güzelinden Amerika Gezi Notları Vol.7 Çin Mahallesi Yunan Mahallesi

Günler peşi sıra koşmaya devam ederken, ruh valizimi toplamaya başlamıştım. Biraz hüzün, biraz keyifsizlik kırıntıları ve Lokumum ile fazlaca vakit geçirmeye çalışıyordum. İzin verseler, çantamda ona bir bölme hazırlayarak her gittiğim yere götürecektim. Ama kendisinin sürekli hareketli olmasından kaynaklı, bu dediğim sadece ütopya da kalsa, elinden tutup gezdirebiliyordum. Onun peşinden sürekli olarak koşmamız, gezmemize asla engel değildi. Aksine dönüşüm yaklaştıkça, gezmeleri sıklaştırmıştık.

O vakit En Güzelinden Amerika Gezi Notları yazı dizimize kaldığımız yerden devam edelim.

Bir önceki yazımızda buraların ‘Göçmenlerin Ulusu’ olduğundan bahsetmiştik. Her alana yansıyan bu durum, mahallelerde de kendini gösteriyor. Her memleketin mahallesi var. Çin, Yunan, Arap, Meksika, İspanyol.. Dini olarak ise, sadece Yahudi mahallesine rast gelebiliyorsunuz. Ancak üzülerek söylemeliyim ki, Şikago’da 7000 Türkiye vatandaşı olmasına rağmen ne bir gazeteleri var ne de mahalleleri. Tanıştığım hemşerilerimle gözlemlediğim kadarı ile, ülkeden çıktıktan sonra bizim oralar ile bağlarını, bağlantılarını kesmişler.

Şikago’ya adım attığımdan itibaren en merak ettiğim mahallelerden bir tanesi ‘Çin Mahallesi’ idi. Fotoğraflardan gördüğüm kadarı ile Amerika içinde, Amerika’dan farklı bir yerleşim yerinin kurulduğunu görmek, farklı tapınaklar, farklı yemek kültürü beni çok heyecanlandırmıştı. Merkezden bayağı uzakta olması hasebiyle ve hiç bir uyarı levhasını okumadan kafama göre takılma durumumun ortaya çıkardığı kaybolma sendromumdan ötürü küçük ablam Mehtap, beni Çin Mahallesi’ne ulaştırma görevini kendine dert edinerek, üstlendi.

Giderken toplu taşıma olarak, otobüs ve tren kullandık. Benim en sevdiğim yer olan Byrn Mawr’a kadar otobüs ile oradan da trene binerek devam ettik. Burada trenler yer adlarından ziyade renklerinden biliniyor. Mor, Kırmızı, Sarı, Mavi vs. diye devam ediyor. Biz de ‘Red Line’ treni ile ‘China Town-Çin Mahallesi’ne 45 dakikalık bir yol sonunda vardık.

İlk gördüğüm yer tam bir hayal kırıklığıydı. Büyük Çin yapılarını göreceğimi umarken, meydanda Çin burçlarının heykellerinin yer aldığı bir mekan ve Çin hediyelik eşya dükkanları ve restoranların bulunduğu bir sokak var idi. Hediyelik eşya dükkanları dikkatimi fazlasıyla çekti ve tüm malzemelerin tadı damağımda kaldığı için, var gücümle fotoğraf çekiyordum. Aktar tarzı bir dükkanda da tam fotoğraf çekerken, tezgahın ardından bir kadın kaplan gücü ile önüme fırlayarak bağırmaya başladı: ‘No photo-No photo-No photo’.

Peşi sıra gelen bir sürü Çince-İngilizce-Hunca karışık ses hareketleri ağzından çıkmaya devam ediyordu. Meğerse yazıyormuş etrafta fotoğraf çekmeyin diye. Tabi ben de durmadım. ‘I’m just a turist. You are rudeeeee. You should be kind. (Ben sadece turistim. Kabasın. Kibar olmalısın)’ diye bağırdım. Üç günlük İngilizce kursum sonunda işe yaramıştı. Sonuçta ülkeme geldiklerinde değil fotoğraf, yürürken bile kameraya alarak ilerliyorlardı. Kendi taklitçiliklerini herkesin yapacağını düşünüyorlardı. Demek ki, ‘kişi karşısındakini kendisi gibi sanarmış’ diyerek yine bir kamu spotu yerleştirmek istiyorum. Ama yine de Çin’e gitme fikrim hiç bir şekilde değişmiyordu.

Bir başka hediyelik eşyacı da ise çok yardımcı oldular. Meğerse tam anlamıyla mahallesine gelmemişiz, bir sokak ötede bulunan mahalleyi tarif ettiler. Girişi çok görkemliydi. Tam bir Çin yapısı. Arkasında Budist tapınağı ise, Çin Mahallesi’nde olduğumuzu vurguluyordu. Mahalleyi şöyle düşünün. Baştan başa uzunca bir sokak. İki taraflı restoranlar, hediyelikçiler, dükkanlar, Çin okulları, Budist tapınakları, ara sokaklarında ise, bir iki tane müze.

Müzeler, Pazartesi gittiğimiz için kapalıydı. O gün tatil günleri imiş. Tapınaklar 11.00’e kadar açıkmış, onlara da giremedik. Restoranların camekanlarında böcek ve enteresan et kızartmaları asıldığı için ablamın içi kalktı. Onlara da giremedik. Noodle çok severim ama güvenilir mi değil mi, bilemediğimizden onlara da giremedik. Tek gezebildiğimiz sokak ve hediyelik eşya dükkanları oldu. Zaten onlar da bana sanırım yetti. Noodle kapları, suşi yeme çubukları, şapka, geyşaların giydiği orijinal kıyafetler, yelpazeler… Hepsi çok güzeldi. En sevdiğim ise, Toprak askerlerin minyatürleri oldu. Çin’in Xia kentinde, bir kazı sırasında çıkarılan ve bugün ziyarete açık olan ‘Toprak Askerler’ dünya üzerinde en çok görmek istediğim yerler arasında olduğu için gayet keyiflendim.

Sokaklar Şikago’nun diğer yerlerine nazaran çok pisti. Sanki oraya izole edilmişler gibi bir hava vardı aslında. O büyük kapıdan girdiğiniz anda Çin’e giriyorsunuz ve bağlantınız kesiliyor dışarı ile.

Tahminimizden daha kısa süren bu geziden sonra elimize poşetlerimizi alıp, ‘Yunan Mahallesi’ne geçtik. Orası Çin Mahallesi gibi değildi. Yani Yunan Mahallesi’nde olduğunuzu sadece etraftaki ‘Greek Bakery-Yunan Fırını’, ‘Greek Grill-Yunan Izgarası’ vb. yazılardan anlıyorsunuz. Bir sokak boydan boya, Yunan mutfağı ile sarılmış.

Çok acıktığımızdan, yemek yiyecek bir yer arıyorduk. Bir tane kapıdan içeri girdiğimizde yaşlıca bir amca kapıyı açtı ve aşırı samimiyeti ile oturttu bizi bir köşeye. Mekan çok otantik döşenmişti. Sanki Santorini’de bir yerde yemek yiyor gibiydik. Menü tam anlamı ile bizim ülkemizden çıkmıştı sanki. Baklava, musakka, ıspanak böreği, kebap..

İstanbul’da İngilizce yazılmış bir menüye bakar gibiydim. Şoklardan sonra bir kaç vejetaryen yemek söyledik. Yemekten önce taze çıkmış ekmek ve sütün kaymağından yapılmış tereyağı geldi. Çocukken ablalarımla, ekmeğe yağ sürüp, üzerine karabiber eklemeye bayılırdık. Ama babam margarin zararlı diye izin vermezdi. Biz de yer sofrasının üzerine koyduğumuz yer tahtasının altında çaktırmadan hazırlar, yerdik. Bu durumu yıllar sonra bile keyifle hatırlarız. Biz de hatırladığımız keyifli çocukluk günlerimiz hatırına, iki kova ekmek, 5-6 tereyağını bitirdik.

Gerçek anlamda, burada karşılaştığım tüm Yunanlılar aşşşırı samimi insanlar. Bize eşlik eden amca da, çıkarken iyi dileklerini sunarken, tekrar gelin, gelirseniz tatlılarınız bizden diyerek bizi uğurladı.

Güzelim günlerden daha biri biterken, yorulduğumuz düşüncesi ile, Şikago’nun bir ucundan bir ucuna, bizi akşam serinliğinde almaya gelen sevgili eniştem Mustafa’yı da anmadan geçmeyelim.

Yine bir sona geliyorken, İstanbul’a dönüş yaklaşırken, en güzelinden diyelim. Her şey güzel olacak.

İlginizi Çekebilir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Sonraki yazı
Bilal Eren WhatsApp Röportajı #kargayakonuş
Önceki yazı
WhatsApp Durum Özelliği Nasıl Kullanılır?