Bu sefer veda hüznü ile, En Güzelinden Amerika Gezi Notlarına kaldığımız yerden devam edelim.
Döneceğim gün, Rana’nın okula gitmesini istemedim. Sabah erkenden kalktık, kahvaltımızı ettik. Oyunlar oynadık, nam nam yaptık birbirimize. Yanak yanağa gezdik tüm gün. O kadar alıştı ki, teeete diye, domeyaa diye kapımdan, yanımdan yöremden ayrılmaz oldu. Tabi gün boyu ne kadar eğlensem de, içimdeki oluşmuş olan yumruyu götüremiyordum. Akşamına gidiyorum ya, zamanda su misali lıkır lıkır akmaya başladı. Öğlen uykusu gelip çattığında, yatağına yatırdım, ben de yattım yanına. Huysuzlanan, uyumak istemeyen, kıpır kıpır çocuk gitti, yerine tavana bakarak bana bir şeyler anlatan birine dönüştü. Kendi saçıyla oynayıp, kendi ninnisini söyleyen kuzum, benim yüzümü seve seve kendisini uykuya daldırdı. Tabi o yüzümü sevdikçe ben nasıl içimi çeke çeke ağlıyorum. Ben ağladıkça, o bana bir şeyler anlatıp, daha çok yüzümü seviyor. Hatta başımın altındaki elimi çekip, elini tutturup bir süre de bırakmadı. O öyle yaptıkça bendeki gözyaşı ırmakları selleşip selleşip yayıldı. Bu duygusallığımız çok uzun sürmedi tabi ki de. Uyandıktan sonra, sanki o romantizmde uyumamışız gibi, ne yüzüme baktı, ne de yanıma geldi. Ona uzakta olmama rağmen, vurma huyu olmayan çocuk, gelip gelip vurmaya başladı. O bunları yaparken, nasıl hisleniyorum ama. Gözlerim doluyor, ciğerim yanıyor. Akşam havaalanında yüzüme de bakmadı. Uçağa tam binecekken yanına sarılmaya gittiğimde ağlama krizine girdi ve ben sarılamadan dışarıya çıkarttılar. Sonradan birisi söyledi, gideceğini anlayıp, sana tepki göstermiş diye. Tabi bunları duydukça hazırda bekliyormuşum gibi tekrardan ağlıyorum.
Ablalarımla, bahsetmiştim senelerdir hep ayrıyız diye. Arkamı dönüp baktığımda ikisinin de gözleri dolu doluydu. Bir şey fark ettirmemeye çalışsam da, içeriye girdikten sonra, uçak kapısına, uçağa bininceye, uçak kalkıncaya, uçak kalktıktan uzunca bir yol gidinceye kadar sürekli ağladım. Hatta o kadar ağlıyordum ki, uçağa binecek sınıf grubuma daha varken, beni erkenden uçağa aldılar. Tabi tahmin edersiniz ki, şuan bunları yazarken de ağlıyorum.
Uçağa erkenden binip, gözyaşlarım içerisinde kimse gelmesin de ayaklarımı uzatıp ağlayayım diye düşünürken, Amerikalı bir bey geldi oturdu. Ayakkabılarını çıkardı, hazırlığını yaptı, ayaklarını bacaklarını açarak, benimde olduğum taraf ile birlikte keyiflice yayıldı. Uçak kalkmadan, televizyonunu açmaya çalıştı. Kulaklık yerini gösterdim, yardımcı olmaya çalıştım. Ekranda ışık yok, sürekli ekrana basıyor. Ben de bir yandan gözlerimin yaşını siliyorum, bir yandan bende adamın ekranına basıyorum. Ama ekranda ışık yok, adamda bir şey demiyor bana. O kadar koşturmacanın içinde, hosteslerden yardım istiyorum. Tabi adamı benimle seyahat ediyor sandıkları için herkes Türkçe konuşuyor kendisiyle. Hostesler geliyor, ekrana bakıyor. Biri gidiyor, biri geliyor. Herkes ekrana basıyor, bana anlatıyor, ben ise adama anlatmıyorum. Adam da kulaklığını çıkarıp neden her gelenin ekranına bastığını haliyle merak ediyor. En son bir hostes gelip, çalışıyor dedi, dedim adam Amerikalı, ona deyin ne diyecekseniz. Ona da dediler, ama adamcağız hala anlam veremiyor. Birileri geldikçe kulaklığı çıkarıp, olayı anlamaya çalışıyor. Meğerse ben akıllı, etraftaki ışıktan en düşük parlaklıkta olan ekranı görmemişim ve çalışmıyor diye sürekli kanal değiştirmişim. Gelen de ekranı ellediği için sürekli bir şeyleri değiştirmişiz. Daha çok ağlamaya başladım. Sen insanların işine ne karışıyorsun diye. Tabi o kadar gerildim ki, azıcık fenalaşmaya başladım. Hosteslerin birinden ‘fazla yeriniz var mı ben iyi değilim’ diyerek talepte bulundum. Tabi bunu derken, ‘aman efendim ponçik bünyeniz rahatsız mı oldu, hemen Bussines’a alalım sizi’ teklifi bekliyorum. ‘Uçakta boş yerler var, bakıp geçebilirsiniz, çok acil ise, doktor anonsu yapıp, ilacı öyle verebiliyoruz’ tepkileriyle karşılaştığımda, ‘uçağınız sizin olsun ben burada kalacağım’ hüznü içerisinde ağlamaya devam ettim.
Uçak havalandığında, ciddi bir fırtına ve aşırı yağmur vardı. Yağmuru bu kadar yakından hiç görmemiştim. Tam bir tevekkül vesilesiydi, çok şükür. Her iki ülkede de, kötü hava şartlarından uçak içinde servis de çok yapılamadı. Türkiye’ye de, saatlerce havada daireler çizerek, sisin içerisinden geçerek ancak iniş yapabildik.
Sallana sallana, yanımdaki adamın ayağını tekmeleye tekmeleye, yol boyu ağrı çekerek ve akmasını durduramadığım gözyaşlarım içerisinde ve bunları sadece uyurken yaparak, 2 ay 10 günlük tatil sanılan ama benim farklı tecrübe ettiğim Amerika’dan sağ salim döndüm.
Her şey güzel oldu mu?
Her şeye rağmen,
Her şey güzel oldu.
Ve,
Her şey güzel olacak.