Kocaman bir simülasyonda yaşıyorum şu anda. Tüm dünya insanlarının hepsinden çeşitli örnekler getirilerek bir ülke meydana getirmişler ve hepsinin kültürünü aynı anda görmemizi sağlayarak, büyük bir açık hava müzesi oluşturmuşlar.
O vakit kaldığımız yerden En Güzelinden Amerika Gezi Notlarına kaldığımız yerden devam edelim.
Bildiğiniz gibi, Amerika keşfedildiği andan itibaren, tüm dünyanın odak noktasında olmuştur. Yeni keşfedilen bu topraklara insani bir hissiyatla sahip olma düşüncesi her zaman olduğu gibi hem liderleri hem de idealist insanların ellerini kaşındırmış, varları-yoklarıyla, Yeni Dünya’nın yolunu tutmuşlardır. 1492 yılında keşfedilen Amerika’da 18. yüzyılın ortalarına doğru tam 13 tane koloni devleti yerini almıştır. Kurulan bu 13 koloni de günümüzdeki Amerika’nın temelini oluşturmuştur.
Efendim, asıl konumuz tabi ki de koloniler değil. Ancak bu girişle yapmamın nedeni şudur ki, bu yeni kıtaya herkes ülkesini, evini, barkını bırakarak koşa koşa gitmeye çalışmış ve bugün tam da Amerika dediğimiz ülkeyi oluşturmuştur. Yine bu gelen insanlar, her ne kadar Amerika kültürünü de oluştursa, geldikleri yeri unutmamaya çalışmış, kültürlerini her şekilde yaşamaya çalışmışlardır. Bir çok kültürü ise, kendileri yaşamakla kalmamış, hem Amerika’da yaşayanlara hem de diğer göçmen gruplara kendi kültürlerini anlatmaya, göstermeye çalışmışlardır. Bu durumu biraz da, üstünlük kurma hevesi, kültür ile savaşma olarak açıklayabiliriz. Zira, hala buraya sahip olan yok ve hepsi kendi kültürlerinin üstünlüklerini savunuyorlar.
Bu herkesin akbaba gibi üşüştüğü Yeni Dünya’ya 1847 yılında, Hollanda’da yaşadıkları dini baskı ve ekonomik kriz neticesinde, 60 kişilik bir grup Hollandalı (Dutch) Amerika’ya geliyor. Kendilerine yeni arsalar, yeni mekanlar aramalarının neticesinde, günümüzdeki Michigan bölgesine bahsettiğimiz bu bir avuç insan yerleşiyor. Bahsettiklerine göre, ilk dönemlerinde çevredeki diğer göçmen kültürlerin desteklerini fazlasıyla görmüşler. Her ne kadar, çok fazla sıkıntı da çekseler, bulundukları bölgede kısa bir süre içerisinde kendi okullarını dahi kurmuşlardır. Zaten kendi hikayelerini yazıp ve anlatırken de, ‘sıkı çalışma, esneklik ve zaferden oluşan klasik bir Amerikan rüyası’ olduğunu belirtiyorlar.
Kendilerini hızlıca toparlayan Hollandalılar, 1920’li yıllarda, yanlarında getirmiş oldukları Lale tohumlarını bulundukları bölgeye dikmeye başlıyorlar. 1927’de Hollanda Lisesi’nde biyoloji öğretmeni olan Lida Rogers, çiçeklerin bir topluluk güzelleştirme projesi olarak ekilmesini önermesinin ardından, 1928 yılında, şehir Hollanda’dan lale soğanlarını ithal ediyor. O günden itibaren de, her yıl Amerika’da gerçekleşecek olan Lale Festivali başlıyor. Bu festival ile Hollandalılar, hem kendi kültürlerini tanıtırken, hem de alana fazlaca turist çekerek, ticari bir alana dönüştürmüşlerdir. Ancak ‘eeeee lale bizim’ dediğinizi duyar gibiyim. Ancak üzülerek söylemem gerekiyor ki, Türkiye ve lale kelimeleri burada asla bir anlam ifade etmiyor. Lale tamamen Hollanda ile özdeşleşmiş durumda.
Bu durum sadece laleler ile de alakalı değil. 1960’lı yıllara geldiklerinde, gözde olan lale festivaline binlerce insanın gelmesinden dolayı, Hollandalılar birleşiyor ve burada sergilenmek üzere kendi ülkelerinden, bir yel değirmeni getiriyorlar. Bu alanda da, Hollandalıların tüm tarihini görebiliyorsunuz. Büyük bir alan üzerinde yer alan çadırlarda, kullandıkları silahlardan, nasıl avlandıklarına, nasıl ekmek yaptıklarına, hangi kıyafetleri giydiklerinden, ipleri nasıl yaptıklarına kadar her şey orijinal kıyafetleri ile canlı bir şekilde sergileniyor. Satıcı insanların etnik kıyafetlerinde olması, küçük bir Amsterdam’da hissiyatı uyandırıyor insanlarda. Genel olarak tarihi ve bu şekilde açık hava müzelerini çok severim ve çok da gezmeye çalışırım. Bu yüzden size diyebileceğim ancak şu olabilir; ben hayatımda bu kadar güzel canlandırma görmedim.
1989’dan itibaren de tamamen tarihi bir şehir planlaması yapılarak, Amerika’da değil de küçük bir Hollanda’da geziyorsunuz hissi veriyor sizlere. İki tane Hollanda bahçesi, bir tane de küçük Hollanda kasabası simülasyon olarak kurulmuş durumda. Festival dışında da gitmek isterseniz, ‘Windmill Adasını’ rahatlıkla gezebilirsiniz. Ancak festival döneminde gezmek isterseniz, Mayıs ayını beklemeniz gerekiyor.
Hollanda tarihi bölgesi, bu festival ile 9 gün boyunca, 9 milyon lale ile binlerce kişiyi misafir ediyor. Tarihi yansıtmasına hayran kalsam da, asla ve asla laleleri beğenmedim. Bu da, yıllar yıllar evvel Osmanlı’dan orijinalini alarak yanlarında götürdükleri laleleri, tarihleriyle destekleyerek, çakma bir orijinalliği meydana getiriyor. Ya da ben etkilerimizi görmedikçe, iyiden iyiye hasetçi bir milliyetçiye dönüşüyorum.
Amerika’yı gagalamaya devam. Her şey güzel olacak.