En Güzelinden Amerika Gezi Notları Vol.1 – Uçak

Uçuyorum. Uçuyorum ve uçmamın Amerika’ya gitmek gibi bir sebebi var. Uzun seneler direndikten, Amerika dışında tüm ülkelere girişi denedikten, sebepsiz ‘ben oraya gitmem’ cümlelerinden sonra içimde yaşadığım direnişi bastırıp bu topraklara adım atmaya karar verdim. Tabii ayarlamaların bir anda yapılıp, biletimin son anda alındığı tarafına hiç girmiyorum, planlanmış bir Amerika Gezisi olarak düşünmeye devam edelim.

70 kiloya yakın eşya getirdim. 2 büyük bavul, 1 küçük ve 1 büyük sırt çantası, 1 el valizi aldım. 43 kilo insanın bunları nasıl taşıdığından söz etmeyelim. Evet, hepsini ben taşıdım. Ben, ben, ben, ben. Nasıl taşıdım, o arada nasıl bir güç geldi bilmiyorum, daha doğrusu hatırlamıyorum. Ben mi taşıdım onu da hatırlamıyorum ancak ertesi gün kollarımın delicesine ağrımasından ben taşıdım diyebilirim. Bu durum benim için ‘bir insan yapmak istesin yeter ki, okyanus aşar’ lafını doğrulatarak, bir kez daha hayatımı aydınlattı. Tabi eşyaları taşırken, gümrükten geçerken, yürürken yani ülkeye tam anlamıyla girene kadar kısa bir hatim indirdim diyebilirim. Yanımda ne götürdüğüme gelirsek, 10 kilo tarhana, cevizli sucuklar, fıstık ezmeleri, nar ekşileri… Ve hatırlayamadığım birçok şey. Karşıda bekleyen insanın sevdikleri varsa dünyayı yerinden oynatır lafını kamu spotu olarak buraya yerleştirmek istiyorum. Burada kimlerim mi var? İki karındaş ve bir lokum, yani paçozum, yani yeğenim.

Cam kenarında olan bir insan olarak aslında keyfim yerindeydi. 12 saat yol gelmek, benim gibi sürekli daralan ve ortam değiştirmek isteyen bir insansanız gerginlik oluşturabilecek bir durum. Uçağa binerken bu durum biraz beni gerse de, gerildiğim kadar zorlu bir yolculuk olmadı, aksine keyif aldım. İçimde de enteresan bir huzur vardı. Yeni toprakları keşfetme heyecanı mı yoksa,  Türkiye’de son dönemlerde aşırı yorulmamdan mı bilmiyorum ama enteresan bir hissiyat içerisindeydim diyebilirim.

Uçaktan indiğimde bir sürü prosedürle karşılaşacağım söylendiğinden etrafımda derdimi anlatacağım Türkiye’den gelen, dilimi bilen insanlara bakmak oldu. Ancak başarılı olamadım. Neden ülkemin insanlarını göremedim diye azıcık dertlenmiş olabilirim. Gurbetlik ruh haline yavaş yavaş girmeye başlıyordum. İndikten sonra, ülkemin insanlarının neden uçakta hiç olmadığını araştırırken  dünyanın en büyük İslam Konferansı’na 15 Temmuz’u anlatmak için Sümeyye Erdoğan’ın geldiğini öğrendim. Halbuki Bussiness Class’ta dahil yürürken herkesin yüzüne, mimiklerine bakarak hislerini tahmin etmeye oyunu oynamıştım. Fark edememişim. Düşünüyorum da bir insan neden insanların yüzüne bakarak, tahmin oyunu oynar ki, bazen gerçekten dayak yemediğime şükrediyorum.

Yanımda Moldova vatandaşı olan, ancak Romanya’dan gelen iki kişi oturdu. Zaten uçakta da hep Hintli ve Moldovalılar vardı. Meğerse bindiğim uçak transfer uçağıymış. Hiç uyumadım yol boyu, dizileri izlerken dakikaları kovaladım. Sürekli acıktım, sürekli yemek yedim. Yeni bir şey daha öğrendim ki, uçmak beni acıktırıyormuş. Acıktıkça azıcık kendi içimde hırçınlaşmış bile olabilirim. Kargaların olayını çözmeye bir adım daha yaklaşmış gibi hissediyordum.

Iona teyze (Moldova) çok tatlı bir kadındı. Sürekli acıktığımı ve susadığımı gördükçe, gelen yemeklerde de içeceklerde de tüm ponçikliğiyle sırasını hep bana verdi. Hatta çay-su konseptimden o kadar etkilenmiş olacak ki, ben yokken aynı konsepti ikimize de almayı ihmal etmiyordu. İngilizce bilmiyordu, Rusça konuştular. Ama ne hikmetse onlar Rusça konuştukça ben İngilizce cevap verdim. Nasıl bilinçaltımda cirit atıyorsa ‘konuşmak zorundasın’ cümlesi ısrarla İngilizce konuştum. Ama en sonunda sorduğu bir soruya ‘DA’ diyerek kendi anadilimi de unuttum. Iona teyze ve arkadaşları kalabalık bir grup olarak seyahat ediyorlardı hatta indikten sonra gözlemlediğim kadarıyla azıcık gergindiler. İngilizce de bilmediklerinden uçakta dağıtılan giriş kağıtlarının hepsini ben doldurdum. Nasıl doldurdum bilmiyorum, soruları anlamadığımı söylememe gerek yok umarım. Umuyorum ki ülkeye giriş yapabilmişlerdir. ‘Seni unutmayacağım ponçik teyze’.

Uçakta ayaklarımı açmak için yürüdükçe, fark ettim ki herkes bana tebessüm ediyor. Sonrasında da fark ettim ki, ben herkese tebessüm ederek gezdiğimden insanlarda bana tebessüm ediyor. Uçaktan inip, hayata karışsam da olay devam ediyordu. Ülkeye o kadar yiyecekle girme sebeplerimden de biri açığa çıkıyor olabilirdi.

Yolculuğun en güzel taraflarından biri, sevdiklerine kavuşmaktır. Uykusuzluğa, yorgunluğa, bir hafta boyunca yola çıkacağım için sınavlara ve ödevlere hazırlanmama, her şeye ama her şeye değdi. Şimdi Rana (lokum) arka arka park edip kucağıma oturdu kitap okumamı istiyor, ablamlar yanımda ve sohbet koyunun en dibinde. Saat 23.00. Uykusuzluktan ve oluşan jetlagdan beynim dönüyor. Ama içimde tarif edilemez bir his var.

Yine en güzelinden diyelim,

Her şey güzel olacak.

İlginizi Çekebilir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Sonraki yazı
Mehmet Burak Torun WhatsApp Röportajı #kargayakonuş
Önceki yazı
Okul Bittikten Sonra İngilizce Öğrenmek